Nefes alın, nefes verin…
Bir kez daha! Nefes alın, nefes verin…
Nefes alın! Tutun!
1… 2… 3… 4… (4 saniye)
Şimdi 8’e kadar sayarak verin! (1… 2…)
Okuduğunuza göre şimdi birlikte pratik edebiliriz.
Normal akışınızda, zorlamadan nefes almanızı istiyorum… Alın ve verin. Bir kez daha… Şimdi içinizden dörde kadar sayarak nefes alın, bir saniye tutun, şimdi sekize kadar sayarak vermeye çalışın.
‘Nefes almak kadar kolay!’
Eminim, duymuş yahut söylemişsinizdir bu cümleyi, bir ya da bir çok kez.
Nefes almak kadar kolay…
Peki…
Nefes almak ne kadar kolay?
Kolay mı?
Hadi biraz konuşalım. Bugünkü konumuz ‘beden’.
TDK’nin tanımı konumuzu aydınlatmak için güzel bir başlangıç. Sözlük tanımı itibari ile beden; canlı varlıkların maddi bölümü anlamına geliyor. Evet, yalnızca bir bölüm. Kadim yol yogada mantra olarak söylenilen ve üzerine meditasyon yapılan ‘Ben bu beden ve bu zihin değilim!’ önermesini de doğrular nitelikte.
“ Ben bu beden ve bu zihin değilim!”
Ben bundan fazlasıyım. Hem O’yum hem O değilim!
Spiritüel bir sohbetin girizgahı değil bu. Aksine görünenin görünmeyene, zahir olanın batına, madde olanın ÖZ’e nasıl etki ettiğini anlamak, anlatmak ve paylaşmak; deneyimlerinize yeni bir boyut kazandırmak arzusu ile yapılmış bir başlangıç.
‘İnsanın Fabrika Ayarları’ (Sinan Canan)
Hem Sinan Canan Hocamın muhteşem kitap serisini anmak ve göz atmanıza ve de umuyorum ki okumanıza (henüz okumadı iseniz) vesile olabilmek hem de ‘neyi’, ‘nasıl’ ve en çok da ‘niçin’ yapacağımızı konuşabilmek, birlikte yol aramak ve dilerim ki bulabilmek amacıyla bu sözlü ifadeyi deyim yerindeyse ‘tanımı’ kullanıyorum.
“Kabulleniş ve değişimin’ fazlasını arayarak ve katarak değil; azaltarak, yüklerini bırakıp hafifleyerek, oldurarak değil ‘ol’arak, hırsla ve devamlı hareketle değil durarak mümkün kılınıp yaşamın temaşa edilebileceği; zıtlıkların birbirini var ettiği gerçeğinin gücüyle ancak bu denli bir sadelik ve şefkatle ifade edilebilirdi: insanın fabrika ayarları …
Zira çoğumuzun sorunu “daha fazlasını“ öğrenmek, dahasını taşımakken, yüklerini bırakanın hafifleyerek yükseleceği (Herkül mitinde olduğu gibi) gerçeğini defaatle söylemek ve şifaya vesile olsun diye vaktinden, ilminden ikram edip yazmak, ille de yazmak ve anlatmak şüphesiz ki merhamettendir.
Çevik Yaşam’ın yaratılma sebeplerinin en temeli insanı sadeleştirmek ve fabrika ayarlarına döndürmektir.
Peki insan fabrika ayarlarına nasıl dönebilir? Bedenle başlamak iyi bir seçenek olabilir. Serinin ilk kitabının da “beden“ ismini taşıması boşuna değil; biz de öyle başlayalım.
Madem ‘fabrika ayarları’ dedik o zaman kadim olana dönmemiz gerek. Sanskritçe “yuj“ yani ‘birleştirmek’ kökünden türemiş olan bir sözcük : yoga !
Sohbetimizin başındaki nefes alma pratiğiyle çoktan yogaya başladık aslında;)
Şimdi pratiğimizi biraz derinleştirme vakti…
Günümüz çalışma şeklinden ve hareketsizlikten pasif agresif şikayetçi olmayı bırakıp, iyiliğini, sağlığını korumaya ya da bedensel aktivite rutini oluşturmaya çalışan kimseler için seçilebilecek yollardan biri yoga; dışarıdan bakıldığında böyle görülmesi, bedensel zindeliği ve esnekliği sağlamaya, geliştirmeye yönelik bir egzersiz disiplini olarak adlandırılması da anlaşılabilir. Peki yoga yapmaya başlayan bir kimsenin değişimine hiç tanık oldunuz mu? Yalnızca bedensel değişimden bahsetmiyorum (ki kilo kaybetmek, bağ dokuyu kuvvetlendirmek, bedensel formu yaratılış estetiğine en yakın formuna getirmek, kas tonusunu büyütmek ve belirginleştirmek artılarından yalnızca birkaçıdır ve bunlar söylemimizi destekler.)Ben daha ziyade zihinsel esneklik geliştirme, tepkisellikte azalma, dürtülerine yenilme halinin kararlılık ve irade gösterme becerisi ile yavaşlatılması, dinginlik, yaratıcılık, empati yeteneğinin gelişmesi, sükun, ‘olma’ halinin ‘barışık ve uyumlu’ (kendi doğasıyla, doğayla ve çevresiyle) haline dönmesini kastediyorum. Yalnızca bedensel pratikleri yapmakla sınırlı da kalsa kişinin rutini saydıklarımızın ve fazlasının tezahürüne vesiledir.
Peki bu nasıl oluyor?
Beden zihni nasıl terbiye ediyor? Ediyor mu? Yoga matının üzerinde ne yaşanıyor?
Aslında cevabı sorunun içinde aşikar!
Yaşamak! Hayatı matta tecrübe etmek!
Henüz altı yaşındayken bir hafta sonu aktivitesi olarak başladığım jimnastik, sonrasında kulübe seçilmem ve profesyonellikle devam etse de okulumda düzenlenen pekçok aktiviteye de “zorunlu“ olarak devam etmem gerektiği için (bu başka bir sohbetimizin konusu: ‘proje çocuk!’) çok uzun soluklu olmadı. Sonrasında voleybol, stepli aerobik ve dans derken lise dönemi hariç hayatımda egzersiz hep vardı. Lise döneminde ise daha esnek bir rutinle bana eşlik etti. Takım aktivitelerinde de bireysel aktivitelerde de hatrı sayılır gelişmeler kaydettim. Konservatuar sınavına hazırlandığım sene ise gelecekteki sahne performansımı düşünerek rutinimi değiştirme kararı aldım. Araştırmalarım sonucu beni yüksek kondisyona sahip olmanın; kardiyo, hiit ve ağırlık çalışmalarıyla mümkün olabileceği gerçeğine ulaştırdı. Ağırlıklar, atlamalar, zıplamalar… Sonrasında pilates ve hatta pilates eğitmenliği eğitimi… Hepsini sevdim. Bedenimdeki değişim günden güne görünür hale geldikçe şevkim de arttı. Hiçbir istisnası olmaksızın süreklilik; gelişimi, değişimi, dönüşümü getirir. Yaşamım boyunca uygulayacağım rutini bulduğuma inandım ve her gün kendimi biraz daha zorlayarak bu rutine devam ettim. Yogayla tanışana kadar. Hala her disiplinden faydalanmaya devam etsem de rutinim değişti çünkü ben değiştim.
Yogaya nasıl başladığıma, karar verip ilk adımı nasıl attığıma dair en ufak bir fikrim bugün dahi yok. ‘O güne kadar attığım her adım yoga matının üzerine gelmek içindi!’ desem, yalan değil. ‘Ben bir Master seçmedim; O, beni seçti! ‘ desem, yalan değil!
Çetin Çetintaş…
Türkiye’de yaşayıp yoga sözcüğünü bir kez duyan hemen herkes kendisinin ismini de işitmiş olmalı sanırım. Yogaya ilgisi olup da duymayan ise yoktur diye düşünüyorum. Bugün yoga salonları erişilebilir ve dijital platformlarda Yogiler ve eğitmenler pratiklerini video şeklinde paylaşıp hatta eğitim kanalları açıyor olsalar da bundan neredeyse 15 yıl önce internetin bugünkü kullanım ağı ve bağlantısallığın henüz çılgınlığa dönüşmediği günlerde, yoganın doğduğu ve hala özüne en yakın şekilde uygulandığı, kültürel ve geleneksel yaklaşımın şehir hayatında da varlığını sürdürmeye devam ettiği topraklarda bu eğitimi alıp kendini adamış ve o adanmışlıkla yaşamaya, yol göstermeye, yol açmaya, yoldaş olmaya devam eden bir usta Çetin Çetintaş… Hatta yolun bizzat kendisi. Videolarını izleme fırsatı bulursanız ses tonundan, nefes alışından, oturuşundan da anlayacağınız gibi dingin, derin, canlı ve cansız tüm yaratılmışlarla uyumlu bir bilge… Ve her bilge gibi; hem var hem yok!
Zihni, bedeni, BENi, benliği ve hiçliği, nefesi ve sözcükleri tamamlanmamak üzere planlanarak tamlığa ulaştığı hissini yaratan bir manzara resmi gibi adeta. Teşbih edebi bir sanat olsa da ifade şeklimin teknik bir anlatımdan ibaret, bütünüyle zahiri bir tanımlama olduğunu, kendisini izleme fırsatı bulduğunuzda anlayacağınıza eminim.
Yoga matının üzerinde yapılan o ‘yavaş’ ve ‘anlamsız’ görünen bedensel hareketler, insanı kendi ‘eksik tamlığının kabulüyle’ nasıl var ederken yokluğun parçası olmaya götürür?
Herkes böyle olabilir mi?
Herkes ‘böyle’ yani Çetin Çetintaş gibi olabilir mi? Olamaz!
Cevap daha başka.
Her kişi ‘kendi tezahürüne yürür!’ Kendi tecellisi ve başkalığı ile bütünün parçası olur, kendi varlığında bütün olur, büyük bütünün içinde hem var hem yok olmanın doyumuyla sükunet bulur. Herkes önce ‘kendi’ olur, sonra ‘olur!’ ve en sonunda yok olur… Gerçek ‘var’lık, kişinin tezahürünü gerçekleştirip ahengin içinde renk olduğunu dahi önemsemeyecek tatmine ulaşmasıdır. Peki bu nasıl olur?
Yoga matında karşısına tek engel çıkar insanın. O güne kadar engel olduğunu bilmediği bir gölge dikilir karşısına: zihni! Önce hareket zor gelir! Bedensel olarak zorlanır. Kas hafızası oluşmamıştır… Zayıf ve tecrübesizdir oysa sadece. Yeni doğan gibi…
Zihin konuşmaya başlar: ‘Yapamıyorum. Çok zor! Sakatlanacağım!’
Yapan ‘beden’ olmasına rağmen zihin kendisini ‘beden’ ve kontrolü de kendisinde sanmaktadır ve beden bir yandan çabalamaya devam ederken zihin, olmayan senaryoları yaşanıyormuşçasına, varlığı ve sağlığı tehlikedeymişçesine yaşatmaya, bağıra bağıra durdurmaya çalışır.
İkna eder. Dilinden dökülüverir kişinin…
Acemi yogi : YAPAMIYORUM!
Master: Bedeninin yapabildiklerine şükret, sınırlarına saygı duy! Kabul et! O sınırlar içinde tekrar dene!
Ve yogi tekrar dener. Tekrar! Tekrar!
Düşmek de var kalkmak da! Hayat gibi! Beden çabuk öğrenir, vazgeçmez! Zihin de konuşmaya, vazgeçirmeye çalışmaya devam eder! Tekrarda azim ve kararlılık arttıkça zihin de geri çekilmek zorunda kalır!
Bilinç 1-0 Zihin
Yogi keşfetmeye başlar.
‘Deneyebilirim. Hata yapıp yeniden başlayabilirim. Zihnimin koyduğu sınırlar, ‘sınır’ olduğunu sandığı inançlar benim sınırlarım değil! Ben bu bedenden ve zihinden fazlasıyım!’
Ve aşar ‘sınır’larını! Bedenin sınırları değişirken zihnin sınırları da genişlemiştir artık! Her asanada şükür de artar, yapabilirdik de! Şükretmenin şükredilecekleri görünür kıldığını, artırdığını idrak eder yogi! Yavaş yavaş… Adım adım… Nefes nefes…
Mantrası söyledikleri değil eylemleri haline gelir. Çünkü evrenin yaratılmasına sebep olan şey ‘sevgi’dir ve sevgi tekrarlı eylem gerektirir! Kişi yapacağını söyledikleri değil; eylemlerinin kendisidir!
Bir gün sınır ve geçilemez zannettiği, ertesi gün deneyimlenmiş gerçeği ve tekrarlı pratiğidir. Bir gün ‘Yapamam!’ dediği, ertesi gün edinilmiş ve geliştirilmiş yeteneğidir. Hayat gibi!
Yoga matında rekabet yoktur. ‘Tek rakibiniz kendiniz olmalı!’ sözünün aksine yogi, bir ‘an’ evveliyle bile rekabet edemeyeceğini bilir çünkü ‘dün’ yitirilmiş ve dünkü kişi değişmiş, ‘yarın’ denilen şey ise bir aldatmacadan ibaret ve belirsizdir! Uzun uzun durulan asanalar, içeride ve/veya dışarıda tutulan nefesler zamanın göreceliğinin ve kişinin ‘an’da ve yalnızca ‘an’da olabileceğinin temrinli ispatı niteliğindedir.
Herkes aynı ‘an’da değil kendi ‘an’ında pratik eder asanaları, herkes aynı bedensel hareketi yapar ve fakat her kimsenin matının üzerine ancak ‘kendi zahir bedeninin gölgesi’ düşer! Tıpkı hayat gibi! Herkes kendi eyleminden sorumludur! Aynı eylemi tekrarlayanların aldığını sandığı sonuçlar ancak kendi zihinsel ışık oyunlarının gölgesi niteliğinde anlam doğurur!
Evrensel geometriye uyarsa varlığın cismani yanı, ışık ‘doğru’ girer içeri; küçülür gölge ! Ve birleşirse ‘zihinle beden’, yalnız ışık kalır geriye ! Ne keder, ne gölge…
Uçar insan (chaturanga’ya) : ‘Bu da geçer ya Hû’!’ diye diye …
Hayatını yeniden yazmak elinde!
Hazırsan, ser matını, çoktan başladın aslında.
Nefes al, rahatlat omuzlarını!
‘Hayat’ denilen şeyin ne olduğunu bildiğini sanmaktan, senin olmayan gerçeklere iman etmekten vazgeçip var mısın ‘denemeye?’ İman tazelemeye?
Namaste 🙏🏼✨
Bir Cevap Yazın