Bilmiyorum…

Çevik yaşama giriş eğitimi alan herkesin daha ilk günden tanıştığı (Evet, tanıştığı diyorum zira sözcüğü ve kavramı dilde yaygın olarak kullanıyor olsak da anlamlar, uyandırdığı duygular kişiden kişiye öyle farklılık gösteriyor ki…)kavramlardan biri; razı olmak!

Bir ‘zaman planlama’ ve yahut ‘zamanı ve kaynakları kontrol etme eğitimi’ olduğunu düşünerek Çevik Yaşamın ilk oturuma katılıyorsanız eğer ilk yıkılan ‘zan duvarınız’ bu olacak demektir! Hızır Aleyhisselamın yıktığı duvardaki misale nispet eden hayırlı bir iç yıkım olduğunu ilk muhabbetli kapanışı yaptığınızda fark edeceğinizi tecrübeyle söylemek cüret etmek olmayacaktır…

Peki ama ne demek razı olmak?

Kabullenip bir köşede çaresizce oturmak mı?

Gücü , iradeyi zor görülen bir durum karşısında yitirmek hatta tıpkı terhis edilmiş bir ordunun üstelik yaralı bir neferinin silahını teslim edişi gibi teslim etmek mi?

Susmak mı?

Durmak mı?

Kaderin ve kederin soğuk kollarına kendini bırakmak mı?

Mücadeleden kaçmak kolayı seçmek?

Arzulamaktan vazgeçmek?

Belki yalnızca kabul etmek ‘tamam!’ demektir?!

Bu da mı değil?

Belki hepsi?

Yukarıdakilerin hepsidir?

Arapça ‘rdy’ kökünden gelen ‘rıza’ sözcüğünün ‘memnuniyet’ anlamına geldiğini söylesem…

‘Allah razı olsun’ dediğimizde duamız, Allah’ın muhatap olduğumuz kişiden memnuniyetini dilemektir. Allah senden memnun olsun.

Peki kendinden nasıl memnun olur insan?

Kendi yaşamımız, hayallerimiz ve kırıklıkları, hedeflerimiz ve engeller…

Ve hatta ‘alışılmış engellerimiz’, imkansızlarımız(!) söz konusu olduğunda peki…

Razı olma halini nasıl içselleştirebiliriz ki!?!

Düpedüz Pollyannacılık bu!

Tam olarak böyle mi dediniz az önce?Düşündünüz mü?

Tamam siz düşünmemiştiniz ama ben aklınıza soktum!

Ve fakat söylediklerim doğru!

Doğru mu? Gerçek mi?

Hadi biraz birlikte düşünelim!

Ben ‘Öyle mi?’ diye sormuş bulundum.

‘Bilmiyorum!’ derseniz eğer keşfin yolu açılır; Sinan Canan hocam öyle söylüyor.

Hadi deneyelim:

Bilmiyorum!

“Yapılan haksızlığı kabullenemiyorum!”

“İnsanlar öyle sorumsuz ki bu hali kabul edemiyorum!”

“Adaletsizliği kabul etmeyeceğim!”

Bunlar benim sıklıkla kurduğum cümlelerdi.

Bir akşam şunu duyuncaya kadar:

“ Kabul ediyorsun. İsyanla kabul ediyorsun! Bahsettiğin şey şu anda böyle! Sen de böyle olduğunu ve değişmediğini biliyorsun! Bu yüzden isyan ettiğini söyleyebiliyorsun!

Yani sen isyanla kabul ediyorsun!” …

Bir tek cümle, bilgece edilmiş bir söz o ana kadar inandığınız, savunduğunuz her şeyi bir anda değiştirebilir. Öyle de oldu!

“Ay’a öfkelenmişim ben,

İşte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum…”

(Mevlana Celaleddin K.S’ nin İsyan Etmişim’inden.)

Kapkara bir gecede sanmam kendimi ve görememem(!) önümü, bu pasif agresif isyanının, kabullenişin bir hali olduğunu bilmemekten, iki kavramı birbirinden gayrı zannetmekten idi.

Halbuki bir kavram ancak zıttı ile birlikte var olduğunda isminin tecellisi aşikar olur!

Aya isyan et de, ışığına gözünü yumma!

Kabul et, et ki ışığı yolunu aydınlatsın!

Yaşam da tıpkı böyle…

İstediklerimizi yapamamaktan şikayet eder dururuz, isyan ederiz ‘olan’a ve ‘olan’ın adı değişiverir; ‘başımıza gelen!’ oluverir birden…

‘Olan’ diye bakmak, bakabilmek;  elinde, cebinde ne varsa ayan eder insana -ki buna tecrübe, edinim gibi şefkatli isimler vermeyi seçeriz. Ay  gibidir onlar. Yol karanlıksa  eğer aydınlatıverirler gökyüzünü… Gözümüzü  ışığa yummazsak!

‘Başımıza gelmişse’ eğer…

Vay halimiz!

Baş bölgesine doğru hızla gelen ve engel olmaya gücünün  yetmeyeceği bir nesneye, refleksle gözünü kapatmaktan başka çaresi olmaz ki zaten insanın!

Hem gözü kapalı hem başına gelenden şikayet eder durur… Üstüne karanlık da cabası!

Bu hal tanıdık geliyor mu?

Bugün…

Tam şu an…

Elinizde, cebinizde ne varsa ona razı olmak, ‘Böyle  iyi, öyleyse böyle kalsın!’ demek değil!

‘Ne edindim? Ne öğrendim? Neye gözümü kapadım da ışığı yok zannettim, yok saydım?’ diye sorabilecek kadar, insanın, kendi aynasında bir şefkat yansıması yaratabilmesi demek…

Ay’a isyan edip gözünü yuman, karanlık gecede kalır da; sahip olduğu tek şeye, ‘AN’a, ‘CAN’a isyan edip kendi yüzüne, özüne, BEN’ine isyan ve öfke ile bakan, hangi karanlık dehlizin bilmem kaçıncı derece bir çukurunda nefessiz kalır peki, sorarım!

“Gel benim güzel BEN’im!

Dertleşelim… Helalleşelim…

Ne var elimizde?

Ne getirdik bugüne?

Şimdi aynada bak kendi gözüne, yak gönlünün merhamet nurunu, ışık girsin ömrümüze görelim!

Şimdi ben varım burada bir de BEN…

Yarın bir başka benle yine BEN… Ama hep benle BEN…

Razıyım senden!

BEN’den!

Dünümden,  bugünümden…

ŞİMDİ’den…

Ve şimdi derken geçen zamanda değişenden, dönüşenden…

‘ANI’mdan da ‘AN’ımdan da razıyım!” dese insan, diyebilse…

Bir pazar günü…

Bir fincan çayını almış yudumlarken…

BENiyle muhabbette iken kapatsa haftasını…

Ay’ın ışığına gözümü yummuş da bu yüzden karanlık bir gece geçirmişçesine baksa geçen zamana ve izin verirse kendisine…

Bu kez rehber etse ay ışığını…

Ben benden ‘memnun olsa’…

Hayat daha yaşanır olmaz mı?

B. Leila

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: